24 Kasım 2007 Cumartesi

YAŞAMIN KIYISINDA


Nejat annesini altı aylıkken kaybeder. Nejat’ın babası Ali, Nejat’ın hem annesi hem de babası olur. Ali, oğlunu Almanya’da büyütür. Oğlunu profesör olacak kadar iyi yetiştirir.
Nejat’ın film boyunca durgun bir havası vardır. Duygularını dışarıya çok fazla yansıtmaz. Onun duygularını daha çok eylemlerinden, seçimlerinden anlamaya çalışırız.
Nejat başrol oyuncusu olmasına rağmen film boyunca Nejat’la etkileşimde bulunan diğer karakterler ön plana çıkar.
Nejat karakteri, bana Kafka’nın kahramanı Bay K. yı hatırlattı. İki karakterin de savunmacı (defansif) bir var oluş şekli içinde olduğunu söyleyebilirim. Bu var oluş şekli ergenlik döneminin bitmediğini bize göstermektedir. Bu karakterler kendilerini ortaya koymaktan çok “diğerlerinin” davranışlarını önemsemektedirler. Kendilerini bir arayış içinde, bir var olmak veya olmamak şeklinde ortaya koyarlar. Ölüm temasının olduğu bir yok oluşla, huzurlu ve suçluluk duygusundan uzak bir var oluş arasında gidip gelirler.

Nejat karakterini uzamış bir ergenlik süreci içinde gibi düşündüm.
Ayten karakteri de onunla bir kadın karakter olarak paralellik arz ediyor.
Ergenliğin önemli özelliklerinden biri kederli olmaktır. Ergenlik kastrasyon karmaşasının yoğun olarak yaşandığı bir dönemdir.

Filme genel bir kederlenme havası var. Bu melankolik havayı oluşturan en önemli özellik filmdeki karakterlerin ölümleri olmuş.
Filmde ölümler önemli bir anlatım unsuru olarak kullanılmış.
Kazım Koyuncu’nun ölümü
Yeter’in ölümü
Lotte’ın ölümü

Ali hayat kadını olan Yeter’le birlikte yaşamaya başlar.
Ama daha sonra Ali’nin Yeter’e öfke ile attığı tokat, Yeter’in ölümüne sebep olur.
Yeter anne sembolü olarak Nejat’ın da hayatına girmiştir. Daha önce de babası başka bir kadınla da birlikte olmuştur. Ama Nejat’ın öz-annesi, daha sonra gelen bu dul kadın ve Yeter üçü birden Nejat’ın hayatından çıkar gider. Bütün yaşantısı boyunca babası (Ali), Nejat’ı annesiz bırakmıştır. Babası “anneyi” yok etmiştir.
Yok, etmiştir; ya onları öldürmüş, ya onlar ölmüşler veya ayrılmışlardır. Aslında küçük çocuk için (bilinç dışının dilinde) bütün bunların hepsi babanın anneyi öldürmesine indirgenebilir. Yani Ali Bey bir “anne” katilidir.

Peki neden?
Filmde bunun için bulabildiğimiz kanıtlar, Ali Bey’in cinsel arzularıdır. Oğluna ve Yeter’e karşı duyduğu güvensizlik onu hırçınlaştırmaktadır. Ali’nin, Yeter’e “tamamen” sahip olma arzusu ikisini de bir çatışma durumuna getirmiştir. Ayrıca Ali Bey oğlu ile sınır aşıcı, agresif (girici) bir ilişki kurmaya yatkındır. Nejat’ın hoşlanmamasına rağmen cinsel hayatı hakkında sorular sorar.

Ali Bey, oğlu ve Yeter bir araya gelirler. Ali Bey üçünün bir araya geldiği ilk anda kalp krizi geçirir. Daha önce Ali, Yeter’le ilişkiye girdiği halde kalp krizi geçirmez. Bu üç kişi arasında ortaya çıkan gerilim “o kadar” yüksektir ki daha ilk karşılaşmadaki stres böyle bir sonuca yol açar.

Nejat altı aylıkken öz annesini, daha sonra bir üvey anneyi ve en sonunda da Yeter’i kaybeder.
Yeter’in ölümüne sebep olduğu için babasını reddeder. “İnsan öldürmüş biri benim babam olamaz”
Baba ideallerini de reddeder. Almanya’yı ve profesörlük pozisyonunu bırakıp Türkiye’ye gelmeye karar verir. Bu davranış, babanın ona sağladığı güçlü pozisyonu terk edip, onun annesini aramaya yöneldiğini gösterir.
Türkiye ana-vatanın kendisi; zaten bir anne sembolüdür. Türkiye’ye dönüş “anne dünyasına” dönüştür.
Türkiye’ye Yeter’in kızı Ayten’i aramak, bulmak ve sahiplenmek için gelir. Yeter’in kızı Ayten’de Yeter’in mirası olarak anne dünyasına ait bir kişidir.

Ayten’in de babası yoktur. Yani Nejat ve Ayten birbirinin ayna görüntüsü olan, simetrik erkek ve dişi karakterlerdir.
Nejat ve Ali birlikte balık yerler. Balık eril bir semboldür.
Yeter, kızı Ayten’e ayakkabı gönderir. Ayakkabı dişi bir semboldür.
Erkek ve dişi dünyanın böyle karşılıklı simetrik ilerleyişi filme güzel bir hava vermiş.

Ayten için ise Türkiye baba dünyası, Almanya anne dünyasıdır. Devleti baba sembolü olarak düşünebiliriz. Ayten devlete (baba sembolüne) karşı suç işler ve Almanya’ya (anne dünyasına) kaçar. Anne dünyası içinde Lotte karakteri ile karşılaşır.
Almanya’da nasıl Nejat ve Babası bir erkek dünyası içinde yaşıyorlarsa, Ayten de Lotte ve annesi ile bir kadın dünyası içinde yaşamaya başlar.
Ayten Lotte ile homoseksüel bir ilişki yaşar.
Lotte’ın annesi, kızı ve Ayten arasındaki bu yakınlıktan rahatsızlık duyar.
Lotte’ın annesi, Ayten ile siyasi bir tartışma yapar. Ayten devleti (baba sembolünü) eleştirirken, Lotte’ın annesi ona karşı çıkar. Aslında Lotte’ın annesi Ayten’e baba sembolü (devlet) ile barışması gerektiğinin ilk işaretini göndermiştir. Ayten’in buna cevabı Lotte ile birlikte evden kaçmak şeklinde olur. Lotte’ın kötü annesine karşı kendi iyi annesini – gerçek annesini- aramaya çıkarlar.

Ayten Almanya’dan- anne dünyasından reddedilir ve Türkiye’ye baba dünyasına gelir.
Nejat Almanya’yı baba dünyasını reddeder ve Ayten’i bulmak için Türkiye’ye anne dünyasına gelir.
Lotte, Ayten’e yardım etmek için Türkiye’ye gelir.
Ali Bey Almanya’dan baba toprağına, Türkiye’ye geri döner.
Artık herkes Türkiye’ye gelmiştir.

Polis komiseri Nejat’a neden Ayten’e yardımcı olmak istediğini söyler. Sokakta yardımcı olabileceği bir sürü başıboş, suç işlemeye eğilimli çocuk vardır. Bu çocuklar anne babaları tarafından terkedilmiş çocuklardır. Nejat, Ayten’e yardımcı olmak ister çünkü babasının anne sembolünü öldürmesinin kefaretini ödemek istemektedir. Ayrıca yıllardır olmayan “anneye” kavuşma arzusu vardır.

Filmde gerçekleşen iki ölüm arasında da bir simetri vardır.
Baba kazayla anne sembolünü öldürür.
Sokak çocukları kaza ile “genç kızı” öldürür.

İki ölüm de kazayla olur. İkisinde de erkeksi bir hava vardır. Birincisi zaten direkt cinsel amaçlı bir talep sonucu ortaya çıkar.
İkinci ölüm süreci örgütün Ayten’den sakladığı silahı istemesiyle başlar. Silah fallik bir anlama sahiptir. İktidarı, gücü ve erkekliği sembolize eder. Silah yüzüklerin efendisindeki yüzük veya He-Man’in kılıcı gibi büyülü bir anlama sahiptir filmde.
Bu büyülü fallik sembol suç işlemeye eğilimli sokak çocuklarının eline geçince kazayla Lotte ölür.
Fallus homoseksüel ilişkiyi kırar ve yok eder. Kadınsı dünya ikiye bölünür ve yarısı yok olur. Aslında Ayten örgütün isteğini kabul ederek Lotte’nin ölümünü hazırlamıştır.
Lotte’nin annesi geldiğinde büyük bir pişmanlık içindedir. Artık Almanya’da kendi kızını reddetmesine neden olan fikirlerinden vazgeçmiştir.
Bence filmde en etkileyici karakter Lotte’ın annesidir. Diğer bütün karakterlerden daha radikal bir değişim geçirir. Filmdeki dönüşümlerin taşıyıcı noktası bu “anne” karakteridir.

Nejat’ın kaybettiği bütün annelerin yerine Lotte’ın annesi, Tanrı tarafından gönderilmiştir sanki. Onunla aynı evde kalır. Nejat Almanya’da babası ile barışmamıştır. Hapiste onun ziyaretine gitmez. Türkiye’de ana-vatanında ise, babası ile barışmaya hazırdır. Anne sembolü ile birlikte aynı evde kalmak, anne ile huzurlu ve gelenekler içindeki bir var oluş şekli Nejat’ın babasını affetmesini sağlar. Ruhunda babası ile barışmaya giden süreci başlatır.

Lotte’ın annesi Nejat’ın evinin bitişiğindeki tarihi-eski İstanbul evinin neden restore edilmediğini sorar. Nejat bunun nedeninin kültürsüzlük ve cahillik olduğunu söyler. Kültürsüz olan babasıdır. Binaların bakımsızlığının sorumlusu ise suçla ilişkili güç odaklarıdır (mafya). Bu babayla çatışmanın devam ettiğini gösterir. Ama daha sonraki bir sahnede bu eski evin önüne iskele kurulmuştur. Yani ev restore edilecektir. İşte bu sahnede bize babayla barışmanın başladığını gösterir. Evin anneyi sembolize ettiği açıktır. Baba sembolü değerli anneyi, aslında bir sanat eseri olan anneyi (tarihsel değeri olan evi) bakımsız ve kötü durumda bırakmıştır. Şimdi aslında yeni algılayış şekli içinde Nejat babanın sandığı kadar kötü olmadığını anlamaya başlar. Nejat hem annesini (sembolik anlamda) bulduğu hem de babasıyla barışacağı, yüzünün hayata dönük olduğu bir sürecin başlangıcındadır.
Son sahnede Nejat, anneyi sembolize eden denizin kıyısında, babasının balık avından gelmesini bekler. Deniz dişi, baba ve balık eril sembollerdir. Yaşamın kıyısındadır. Hayata ve libidoya yönelmiştir. Ölümden uzaklaşmak ister.

Lotte’in annesi kendi değişiminin zirve noktasına Nejat’ın evinde ulaşır. Ölen kızının günlüklerini okurken kızıyla olan içsel gerilimi sona erer. Artık kızına karşı cephe almaktan vazgeçmişidir. Hatta kızının davasını sahiplenir. Daha önce Ayten’le gergin ve sinirli bir ilişki içindedir. Değişimden sonra ise Ayten’e karşı koruma, kollama ve sevgi duyguları yeşertir.
Lotte’in annesi Çukurcuma yerine yanlışlıkla Kurkucuma gibi uyduruk bir kelime söyler. Burada Çukurcuma dişi bir semboldür. “Kurkucuma” nın Türkçedeki karşılığı Korkucuma olabilir. Korkucuma ise dişilikten ve anneden korkmayı işaret etmektedir. İki karakter bu hatadan dolayı gülerek birbirine sarılır. Artık Çukurcuma kabul edilmiştir. Korkucuma sona ermiştir.
Ayten pişmanlık yasasından yararlanarak, hem baba sembolü ile barışmış, hem de anne sembolü ile barışmıştır.

SEYİRCİ YORUMLARI

“sonu olmayan bir kısır döngü içinde olayların bir sonuca bağlanmasını bekliyorsunuz ama film bir boşluktasınız hissi vererek bitiyor.”

“İlk defa bir filmde filmin sonunda yazılar çıkarken yerimde oturup evet mutlaka bir şey olacak diye ümitle bekleyip ışıklar yandığında ümitsizliğe kapıldığım filmdi.”

Filmdeki iki önemli noktaya vurgu yapılmış. Ebeveynlerle çocuklar arasındaki mesafenin büyük ve aşılmaz görünmesi, filmin son sahnesinde bile, babanın geleceğinden emin olmamıza rağmen, bir kucaklaşmanın olmaması bu duyguları yaratıyor. Seyirci babanın gelişini ve mutlu bir sonu bekliyor. Çünkü hava bir azizlik yapabilir Ali Bey kıyıya dönemeyebilir, babanın kalbi tutabilir vs, gözümüzle görmek istiyoruz. Belki baba oğlunu affetmeyecek bunu da görmek istiyoruz. Burada bir boşluk kalmış.

“kadın kadına öpüşmesi ilginç oldu biraz”

“filme hiç beğenmedim çünkü sondan başa doğru gösterildi. Konusunu da anlamadım:( ve Nurgül Yeşilçay’ın bayanla öpüşme sahnesi gerçekten çok iğrençti...”

“ülkemiz ve onun insanının dünyası oldukça dışarıdan, anlaşılamayan veya yanlış anlaşılmış bir şekilde aktarılıyor. İstanbul’da sanki suç mekânı. Kız İstanbul’a geldi ve kısa bir sürede öldü”

“Birbirini arayan insanlar ama bulamayışlar, oysa ne kadar da yakınlar birbirlerine, tesadüfün böylesi denecek yakınlaşmalar ama kavuşamamalar, cenazelerin taşınma sahnesi oldukça dokunaklıydı, ama sanki film yarım kalmış gibi.”

Filmdeki suçluluk duygusu seyircide de paralel bir suçluluk duygusu uyandırıyor ki zaten böyle olmasını bekliyoruz. Ama neden bazı kişilerde bu duygu rahatsızlık düzeyine varmış?
Travmatik, kaotik dünyanın organize ve yeniden kurulmuş bir şeklinin oluşmaması, ebeveynlerle yaşanmak istenen “yakınlığın” yarım kalması, tam bir “arınmanın” oluşmaması bu duygulara yol açıyor sanırım. Karakterler ensest gerilimlerini aşmakta, ergenlikten çıkmakta, seksüel nötralizasyonlarını sağlamakta zorluk çekmeye devam ediyorlar sanki.
Filmdeki karakterler geçmişle hesaplaşmalarını tamamlayamıyorlar.

Ama belki bundan daha önemli olan karakterlerin geçmişle hesaplaşmak ve kendileri ve insanlığın mutluluğu için adımlar atmak konusundaki samimiyetleri. Belki Fatih Akın daha sonraki filmlerinde bu yarım kalmışlık duygusunu aşmayı başarır.

Dr.Kubilay Boğoçlu
Psikiyatri Uzmanı

Seyirci yorumları için bkz: http://www.sinemalar.com/film/648/Yasamin-Kiyisinda/

Hiç yorum yok: