24 Kasım 2007 Cumartesi

ZEKA VE YIKICILIK

ZEKA VE YIKICILIK

Geçenlerde bir Alman Profesör açıklama yapmış.
Türkler zeki değil
Bilim dünyasının otoritesi buyurmuş:
“Biz bunu zaten kapalı kapılar ardında konuşuyorduk.
Şimdi ben açıklıyorum… ”
Profesörü cesaretinden ötürü kutlamak gerekiyor…
Geçmişte Yahudilere yönelmiş Alman yıkıcılığı
günümüzde Türklere mi yönelecek diye bir endişe
duymadan edemiyorum ..
Kişiliğimizin omnipotent (olağanüstü güçlerin “benin”
içimde toplandığı bir durum) bir yanı olduğunu hepimiz
biliriz. Özellikle çocukluk ve ergenlik döneminde
John Wayne’ dan iyi silah çektiğimizi, Albert Einstein
ın bilimsel buluşlarından daha önemli bilimsel buluş
ların altına imza attığımızı, Maradona dan iyi futbol
oynadığımızı hatırlarız. Hatta bu özelliğimiz daha
sonraki hayatımızda da canlanmaya hazır ama daha
mahcup bir şekilde var olmaya devam eder.
Zeki olma arzumuzun en önemli kaynağının bu yanımız
olduğunu düşünüyorum.
Her şeyi yapabileceğimize inandığımız zamanlar vardır.
Bu aşırı yeterlilik veya tüm-güçlülük durumudur.
Tüm güçlülük için psikolojik dil içinden sembolik
açıklamalar yapılmıştır. Ama tüm güçlülüğün dil öncesi
zamanlara uzanan bir özellik olduğunu gözleyebiliriz.
Bir filin veya bir kaplanın kendisini takip eden bir helikoptere
saldırdığını görmüşsünüzdür. Sürülerdeki alfa bireye
olağanüstü bir itaatkarlık gösterilir. Biyologlar insan
köpek ilişkisinde insanın köpek karşısında alfa bireyi
temsil ettiğini söylüyorlar. Bu tüm güçlü konumu seviyoruz
herhalde…
Ama tüm-güçlülük aynı zamanda mistik ve gerçek dışı bir
yanılsama dünyasının da kapılarını açmaktadır.
Bu kadar gerçek dışı bir pozisyonda kalmak çağımız insanı
için zor bir durum oluşturur.
Eski çağlara göre bazı güçleri sahip olduğuna diğer insan
ları inandırmaya çalışan insanlar (büyücüler, kahinler vs )
daha az inandırıcı bulunuyor.
Sonuç olarak kaynağını insani gereksinmeleri çözme şeklinde
ki bir motivasyondan değil de , kişiliğimizdeki bu ilkel
Tüm-güçlülük ten alan “zeki olma” tutumunun otoriter
ve yıkıcı bir algılama ve algılatma tarzının ifadesi olduğunu
düşünüyorum.
Tüm-güçlü “zeka” nın aşırı önemsenmesinin hem insanlık
kültürü üzerinde hem de bireyin kendisi üzerinde yıkıcı bir
etkisinin olduğunu düşünüyorum.

Bertrand Russel ın bilinç dışı konusundaki düşüncelerin
den biri çok hoşuma gitmişti. Aşağı yukarı şöyle bir şey
yazmış:
“ bilinç dışı dediğimiz denetleyemediğimiz güçler bizi yöneti
yorsa bu medeniyetimiz üzerinde yıkıcı bir etki yaratabilir”
Psikoanaliz le uğraşan bir insan olarak bu görüşlere katıl
mıyorum, ama bu İngiliz hümanist bakış açısının da insanlık
için olumlu bir dilekte bulunan sağduyusunun yaygınlaşmasını
diliyorum.
İnsanlık kültürü zamana ve ortama göre çok değişik kavram
ları yüceltmiş . Örneğin bağlılık kavramı . Tebaanın kralına
bağlılığı veya askerin komutanına bağlılığı her şeyin önüne geçe
bilir.
Ama modern zamanlarda bireyin sınırsız (omnipotent) tüketim
gücü, sınırsız güce erişebilme olasılığı, sınırsız diğerlerinden
üstün olma olasılığını beraberinde getiriyor.
Bu durumun önemi milyonlarca insanın çok güçlü olamayacağını
bilmesi değil. Milyonlarca insanın güçlü olabilme olasılığının
olması. Ve bu insanların aşırı güçlü olma fantezisini en azından
hayatlarının bazı anlarında gerçekçi bulmaları …
İnsanın kendi mutluluğunu insanlığın mutluluğu içinde
gördüğü bir yaşam tarzında, diğer insanlar üzerinde yıkıcı bir
etki yaratmadan mutlu ve huzurlu olmanın yollarını aradığı
bir yaşam tarzında, hatta olanakları ölçüsünde diğer insanların
da iyiliğini aklından çıkarmadığı bir yaşam tarzında,
“zeka” diğer özelliklerimizden sadece biridir..
Tüm-güçlü zeki olmak daha çok rekabette başarılı olmak
anlamına geliyor. Zeki çocukların gittiği okullar açılıyor,
şiveli konuşanlar, taşrada yaşayanlar, vs vs kısacası ötekiler
zeki sayılmıyor …
Burada belki en fazla önemsememiz gereken nokta,
insanların rekabet ederken birbirlerini yok etmeyecekleri
bir insanlık kültürünün oluşmasının iyiliğine inanmak.
Genlerimizdeki içgüdüler bizi rekabete zorluyor.
İlkel yanımız bize “kendi yaşamımızı” kurmak için diğerlerini
baskı altına almak ve gerekirse yok etmeyi dikte ediyor.
Ama buna karşı olarak, dürtülerimizden enerjisini alan oedipal
karmaşa, BABA ya karşı veya baba yı sembolize edecek bir
kimseye karşı yıkıcı rekabeti bilinçdışına itiyor …
Oedipus kompleksi babayı öldürme eylemini baskı altına
alarak,bilinç dışına iterek medeniyetin kurulmasında önemli
bir rol oynamıştır.. Bunun yerine baba ile “kabul edilebilir”
yıkıcı olmayan bir rekabeti ikame etmiştir..
(ki babayı öldürmeye yönelik davranışlar bir hayal ürünü
değildir, memeli hayvanların pek çoğunda görülen bir davranıştır.
İnsan için de bir realitesi olan prehistorik bir davranış şekli
olması kuvvetle muhtemeldir).
Bugünkü “uygar” dünyada biz Perikles in Atina’sından daha
önce yaşanmış çağlara , oedipus söylencesinin çıktığı çağların
öncesine gerileyecek miyiz? İçimizdeki bu yıkıcı güçleri
Pandora’nın kutusundan çıkarıp ortalığa dağıtacak mıyız?
Yüzüklerin Efendisi gibi kurgular bize böyle olabileceğine
dair ip-uçları veriyor …
Veya mutlu ve huzurlu bir insanlık hayaliyle biz de mistik ve
gerçek dışı bir avunma içinde miyiz?

Bu yazıyı okuyanlar zekanın problem çözücü yanını ele almadığım
için beni haklı olarak eleştirebilirler. Ama bunun bir başka yazının
konusu olduğunu düşünüyorum …
Sevgiyle kalın …

Dr.Kubilay Boğoçlu
Psikiyatri Uzmanı

Hiç yorum yok: