24 Kasım 2007 Cumartesi

YAS

Psikiyatri ve Hayat-ANASAYFA

YAS
“sesiz gemi” ..
“gidenler nerde kaldılar özledim gülüşlerini” ..
Ruhumuz kendi kişisel çabamızla da bir bütünlük oluşturan karmaşık dinamik bir sistemdir.
Onunla temas eden küçük bir nesne de ruhumuzda yankısını bulur.
Ama büyük bir olay onu zorlar, parçalanmasına, yaralanmasına, çocuk halinle dönüşmesine, içe kapanmasına vs vs neden olur.
Ruhumuzu zorlayan, baskı altında bırakan en büyük olaylardan biri sevdiğimiz bir insanın kaybıdır.
Yas karşısında çeşitli savunma mekanizmaları oluştururuz.
Yadsıma mekanizmasında sevdiğimiz insanın ölümünü tamamen inkar ederiz
Bölme de bir çeşit yadsıma sayılabilir. Birbirine yakın zamanlarda hem onun öldüğünü reddedip, hem de kabul edebiliriz.
Ayrıca pazarlık etme, sıkıntı ve öfke şeklinde de reaksiyonlar gösterebiliriz.
Yas dönemi depresyon sürecine benzeyen özellikler gösterir. Depresyonla karışabilir, depresyona dönüşebilir.
Sevdiğimiz insanlarla olumlu duygular (sevgi) ve olumsuz duygulara (nefret) dan oluşan bir ilişki kurarız . Bu karşılıklı bir alışveriş şeklindedir.
Sevdiğimiz kişiyi kaybettiğimiz zaman sevgi ve nefret duygularımız bu kişinin hayali varlığına yönelecektir. Ama ondan bize bir geri dönüşüm olmayacaktır. Bunun yerini zamanla bir yap-boz un parçaları gibi parçalayıp yeniden yaptığımız anılar alacaktır.
“Ölenin ardından kötü konuşulmaz”
Olumsuz duygular bilinç dışına itilirken, geriye olumlu, sevgi dolu anılar kalır.
Kaybın ölüm şeklinde de olması gerekmez. Hayatımızdan çıkıp giden insanlar da bir “kayıptır” aslında.
“Hanım ölünce küçük kıyamet kopacak” der ya Nasrettin Hoca.
Kaybettiğimiz bir arkadaşımız, sevgilimiz, bir akrabamız olabilir.
Ruhsal olayları bir ağacın gövdesinden çıkan dallar gibi düşünürsek, bütün bu kayıp şekilleri çocukluk yaşantımızdaki kayıp duygusunun değişik dallara doğru büyümüş halidir.
Bu mantığı genel psiko-analitik bakış açımızda da kullanmamız uygun olur.
Yaşadığımız her duygusal entegre devrenin, geçmişten getirdiğimiz bir model öncesi vardır.
386 işlemci ve Pentium 4 işlemci belki aynı mantığa sahiptir ama birbirlerinden son derece farklı icraatlar yaparlar. Dolayısıyla birbirlerine hem çok benzerler hem de benzemezler (çok farklı işler yaparlar).
Öyleyse çocukluk dönemine kayıp açısından kısa bir bakış atarsak:
Çocuğun Kaygıları
1 Anneyi kaybetme
2 Annenin sevgisini kaybetme
3 Kendi vücut parçalarını kaybetme
4 Süperego kaygısı
Şeklinde özetlenebilir.

Kendisini terk eden sevgilisinin, daire kapısının önüne gidip, orada intihar eden genç kadının öyküsünü duymuştum. Bu genç hanımın sevgilisine karşı hissettiği öfke, intihar biçiminden de anlaşılıyor değil mi? Sevgilisinden ayrılan insanların ayrılma şekillerine bağlı olarak, öfke yadsıma ve değersizleştirme mekanizmalarını kullandıklarını gözleyebilirsiniz.

Süperego, ego ve id kavramlarını duymuşsunuzdur.
Süperego yu basit bir şekilde tarif etmek istersek, anne babamızdan, sosyal çevremizden miras olarak aldığımız, kendi kişiliğimizi oluşturan, ahlak,vicdan, sosyal kurallar, hukuk, adalet gibi kavramların bütünüdür. Süperego hem dış çevreye hem de kendimize karşı nasıl bir değerler bütünüyle davranmamız gerektiğini söyler.
Depresyonda kişinin süperegosunun sert, katı ve cezalandırıcı olduğunu varsayabiliriz.
“Eğer melankolimle başkalarının canını sıkmazsam ondan ne zevk alırım (Nestroy)”
İntihar eden genç hanımın da cezalandırıcı süperego yu harekete geçirdiğini düşünebiliriz.
Belki de sevgilisine ve bizlere şunu söylüyor.
İşte sen bu şekilde bana acı çektiriyorsun. Aslında yaptığın şey beni öldürmek. Belki tetiği ben çekiyorum ama gerçekte sen beni öldürüyorsun.
Hem kendisinin hem de sevgilisinin hayali, imajiner süperergosu , katı bir şekilde onu cezalandırmaktadır. Sevgilisinin bu durumda duyacağı vicdan azabı ve suçluluk duygusu da ölen kimse için bir haz kaynağı olabilir.

Dr.Kubilay Boğoçlu
Psikiyatri Uzmanı


Psikiyatri ve Hayat-ANASAYFA

Hiç yorum yok: